Türkiye’de Felsefe Bölümü Lisansı Okumak
Geçen gün 21. yy’da felsefe metni nasıl yazılır hakkında alaycı bir tweet görmem üzerine Türkiye’de felsefe bölümünde lisans okumanın insana yaptığı/yapabileceği katkıların neler olabileceğine dair düşüncelerimi -tam mezun olma aşamasındayken- paylaşmak istedim. Bu metin boyunca felsefe okumanın katkılarının ne olabileceği üzerine düşüncelerimi paylaşacağım. Belki ilerde olumsuzlukları üzerine de bir yazı yazarım. Burada bahsedeceğim kimi katkılar bir üniversitede okumanın getirdiği kazanımlar olarak da anlaşılabilirler.
(i) Felsefe bölümünde okumanın önemli kazanımlarından birisi felsefenin sahiden zor bir etkinlik olduğunu anlamak. Türkiye’deki bölümler arasındaki sıralamalara baktığımızda felsefe; hukuk, psikoloji, sosyoloji, ekonomi gibi bölümlere kıyasla daha az puanlarla girilebilen bir bölüm. Bu durum felsefenin zor olmadığı ve kimilerince biraz ahmak işi olduğu gibi bir düşünce doğurabiliyor. Fakat felsefe eğitiminizi almaya devam ettiğiniz süreçte tanıştığınız çoğu felsefecinin dünyayı oldukça etkilemiş insanlar olduğunu fark ediyorsunuz. Dönemlerinin en akıllıları olarak gösterilen çoğu insan özelleştikleri birçok alan olsa bile felsefeci olarak da anılmaya devam ediyorlar. Özellikle 17. yy bilim devriminden önce bilimler ve felsefenin arasında yapılan bir ayrım olmadığı için düşünsel olarak önemli iş yapan çoğu kişi felsefeci de sayılıyordu. Bunun temel nedenlerinden birisi de bilgi üretiminin temel araçlarından birisinin felsefe olarak düşünülmesiydi. Fakat 17. yy’dan günümüze de düşünsel alanda önemli işler yapan çoğu kişi felsefeci olarak anılmaya devam etti. Yani felsefeyi yapan kişilerin belirli “aforizmalar kasan” kişiler değil, hayatlarının çoğunu işlerine harcayıp kafa yormuş insanlar olduğunu anlıyorsunuz. Bu da felsefeyi zor bir etkinlik kılıyor çünkü karmaşık ve cevap verilmesi zor sorulara akıllı insanlar tarafından uzun yıllar boyunca sistematik ya da sistematik olmayan bir şekilde cevap verilmeye çalışılması sorulara ve cevaplara yönelik birçok ayrım ve tasnif gerektiriyor. Sonunda bu verilen cevaplar öyle karmaşık hale geliyor ki bir felsefeciyi anlamak bile yıllar alan bir sürece dönüyor. Yani sonunda bu işi ciddi şekilde yapmak için yıllarınızı vermeniz gerektiğini anlıyorsunuz ve siz de alana katkı sağlamak istiyorsanız bu zorlaştırıcılığı üretmeye devam ediyorsunuz.
İkinci zorluğu bahsettiğim gibi felsefenin uğraştığı bazı soruların kendiliğinden karmaşık ve cevap verilmesi zor sorular olduğunu fark etmeniz. Bazı sorular o kadar kafa karıştırıcı oluyor ki herhangi bir referans noktası ve dayanak belirlemek bile bir sorun haline geliyor. Felsefe eğitimi alıp bu sorularla yüzleşmeye devam ettikçe verilen cevapları da iyi ya da kötü olarak tasnif etmeye başlayabiliyorsunuz. Cevapların birbirine göre güçlü yanlarının neler olup olmadığını, hangisinin daha kabul edilebilir olduğuna yönelik yöntemsel bilgiler de öğreniyorsunuz. Bunun sonucunda felsefenin neden zor olduğunu, daha ilginci neden zor olması gerektiğini anlıyorsunuz. Bu da felsefenin size uygun olup olmadığını belirleme fırsatı sunuyor.
(ii) Felsefe bölümünde okumanın önemli kazanımlarından diğeri (belki de en önemlisi) az önce bahsettiğim felsefi cevapların değerlendirilme sürecini öğrenmek. Daha genel bir çerçeveyle mantık öğrenmek. Öncelikle kısaca mantık öğrenmekten ne kast ettiğimi anlatayım. En genel anlamıyla mantık öğrenmekten kastım neyin argüman olup olmadığını, argüman biçimlerini, argüman değerlendirme koşullarını ve akıl yürütmeleri öğrenmek. Bu akıl yürütmelerin hangi aksiyomlara dayandığını, bu aksiyomların ne olduğu, aksiyomatik sistemlerin ne türden sistemler olduğu gibi konuları öğrenmek. Bu konuları tek başına öğrenmek de olanaklı fakat oldukça zaman ve emek harcanması gereken, kafa karıştırıcı ve çoğu öğrencinin zorlandığı şeyler. Öte yandan bu öğrenilen mantığı uygulama süreci de önemli. Yani klasik mantık, modern mantık (önermeler mantığı, birincil yüklemler mantığı, kipsel mantık, zaman mantığı, özdeşlik mantığı…) gibi mantıkları (ya da en azından bazılarını) öğrendikten sonra bunları ilişkili olduğunuz felsefe metinlerine uygulamayı öğrenmeniz isteniyor. Alec Fisher bu beklenti ve gerekliliği Gerçek Argümanların Mantığı kitabının önsözünde iyi bir şekilde açıklıyor:
Elinizdeki kitap, benim mantık öğretme deneyimimden doğmuştur. Pek çokları gibi, ben de mantık öğretmenin öğrencilerime daha iyi ve daha mantıklı bir şekilde akıl yürütmeleri için yardımcı olacağını umuyordum. Pek çokları gibi, ben de hayal kırıklığına uğradım.
Burada Fisher’ın yakındığı esas konu biçimsel mantık derslerinden başarılı olan öğrencilerin bile günlük akıl yürütmelerde bu edindiği mantık bilgisini uygulamadığı/uygulayamadığı. Kitabında yapmaya çalıştığı şey de çeşitli felsefi argümanları detaylı olarak incelemek. Yani bir felsefe metninin temel biçimsel mantık bilgisiyle nasıl değerlendirileceğini gösterebilmek. Başka bir deyişle bu argümanların nasıl tespit edilebileceğini, kurulabileceğini, biçimselleştirilebileceğini ve değerlendirilebileceğini gösterebilmek. Bunu felsefe eğitiminiz boyunca öyle ya da böyle yapmanız bekleniyor. Bir felsefecinin akıl yürütmelerini kurmanız, bu kurulumdaki olabilecek yorum farklarını belirlemeniz, -varsa- boşlukları göstermeniz -elbette vardır!-, bu boşlukları doldurmanız ve en sonunda değerlendirmeniz isteniyor. Ya da sizin bir değerlendirme argümanı üretmeniz yerine iyi ya da kötü pozitif/bir konumu savunan argümanlar kurmanız bekleniyor. Tabii bu süreç yapa yapa öğrenilen ve çeşitli zorlukları barındıran bir süreç. Tıpkı bir sporcu gibi düzenli olarak bu süreci uygulayıp bu yeteneklerinizi iyice geliştirmeniz gerekiyor. Felsefe eğitimi öyle ya da böyle size bu kazanımı sağlamaya çalışıyor.
(iii) Felsefe bölümünde okumanın önemli kazanımlarından bir diğeri felsefe yazısı yazmayı öğrenmek. Her ne kadar iyi bir felsefe uygulayıcısı olsanız da bunu başkalarına aktarmak da en az felsefeyi uygulamak kadar önemli bir süreç. Hatta şunu bile ileri sürebiliriz. Felsefeyi uygulamak iyi bir felsefe yazıcısı olmayı da gerektiriyor. Çünkü yazma ve düşünme süreçleri birbiriyle oldukça karmaşık ilişkiye sahip. Yazmadan çok iyi olduğunu düşündüğünüz birçok düşünce yazmaya başladıkça olağanlaşıp kötüleşebiliyor. Ya da yazarak bu düşüncelerinizi geliştirebiliyorsunuz. Özellikle iyi bir felsefe eğitimindeki en önemli kazanımlardan birisi bu. Yazmak o kadar önemli ki akademik felsefeye dair çoğu şey için yazmayı bilmek gerekiyor. Bunu lisans döneminde aldığınız derslerde öğrenmeniz bekleniyor ve sınavda iyi bir kağıt vermeniz, istenilen ödevdeki makaleyi iyi bir şekilde yazmanız gerekiyor. Özellikle detaylı geri dönüş alabileceğiniz dersler oldukça geliştiriyor yazmanızı. En son da -eğer varsa, her okulda olmayabiliyor- bir diploma çalışması yaparak küçük bir tez yazmanız isteniyor. Bu da sizi geliştiren süreçlerden birisi. İlk dönem okumalarınızı yaptığınız ve ikinci dönem de yazma sürecine başladığınız 25–35 sayfalık yazı. Bu tür çalışmalarda hem araştırma sürecini hem de bu araştırma sürecinden bir şeyler üretmeyi az da olsa öğreniyorsunuz.
(iv) Şimdiye dek bahsettiğim üç özellik daha çok dersler yoluyla edinilen kazanımlarla ilgili. Bunlar kadar önemli olan bir şey de felsefe bölümünde okuyarak felsefe camiasıyla tanışmak. Bunu kendi içerisinde üç, dört ya da daha fazla parçaya bölebiliriz.
İlki felsefeyle ilgilenen birçok öğrenciyle tanışıyorsunuz. Burada kurulan arkadaşlıklar hem felsefi hem de felsefi olmayan anlamda insana birçok şey katabiliyor. Uzun süreli kurulabilecek dostluklar üniversite yıllarında atılabiliyor. Ayrıca bu arkadaşlarınızın bazıları ya da çoğu gelecekte felsefe camiasında öyle ya da böyle rol alan kişiler olmaya başlıyorlar. Bu gibi arkadaşlıklar sizin ağınızı da geliştiriyor.
İkincisi ilgi alanlarınızın ortak olduğu ya da ilgi duymadığınız konulara ilgi duymanızı sağlayan hocalarla tanışmak. Bu gibi hoca/öğrenci ilişkileri size çok katkı sağlayabiliyor. Hem akademik açıdan hem ağ açısından hem de gelişmek açısından. Bu gelişmek sadece akademik yetkinlikleri geliştirmek olarak değil, daha genel bir gelişme anlaşılabilir. Tabii bu tek taraflı bir süreç de değil. İki tarafın da birbirinden bir şeyler kaptığı bir süreç.
Üçüncüsü kulüpler ya da topluluklar yoluyla birçok etkinlik yapabiliyor ya da yapılan etkinliklere katılabiliyorsunuz. Örneğin ben yaklaşık bir buçuk iki sene arası felsefe kulübü başkanlığı yaptım. Oldukça keyif aldığım ve çeşitli öğrencilerle/hocalarla tanıştığım bir süreçti. Bir etkinlik nasıl yapılır, bir etkinlik ne zaman iyi bir etkinlik sayılır, etkinliklere nasıl katılınır gibi şeyleri öğrenebiliyorsunuz. Çeşitli öğrenci konferanslarına katılıp sunum da yapabiliyorsunuz. (Türkiye’de bildiğim kadarıyla Odtü, Bilkent, İstanbul Üniversitesi ve TÜFOB lisans felsefe kongresi düzenliyor -biz de düzenleyecektik fakat covid sebebiyle iptal etmemiz gerekti, belki ilerde MSGSÜ de eklenebilir bu listeye-; Koç, Galatasaray, Bilkent Üniversitesi de felsefe lisans dergisi çıkarıyor.) Bu gibi etkinliklere katılabiliyor ya da dergilere yazınızı gönderebiliyorsunuz.
Önemli katkılar olarak düşündüğüm şeyler az çok bunlar. Başka şeyler de eklenebilir ve ilerde aklıma geldikçe eklerim belki de. Kısaca dediklerimi özetlersem lisansta aldığınız felsefe eğitimi bir yönüyle sizi lisans sonrası eğitime devam etmeye yöneltip sizi buna hazırlıyor bir yönüyle de sizi daha iyi bir düşünür yapmaya çalışıyor. Bunlar üniversite yoluyla değil de başka şekilde de edinilebilen şeyler de olabilir. Fakat üniversitenin katkılarından en büyüğü birbirini besleyen birçok şeyi aynı anda sunması ve kısa sürelerde sizi oldukça etkileyip geliştirmesi, dönüştürmesi. Sanırım bu edinilen kazanımlar yoluyla gelişen başka bir kazanım da -en iyilerinden biri- rasyonel süreçler yoluyla davranış değişikliği gösterebilmek. Kendi sahip olduğunuz ön yargılar, içkin fobiler, nefretleri ifşa edebilip bunların üstesinden gelmek için çabalayabilmeyi öğrenmek. Sonuç olarak bu açıdan düşünüldüğünde Türkiye’de felsefe lisansı okumak için şunu diyebiliriz: Bu gibi kazanımlar önemli ve değerliyse felsefe okumak da önemli ve değerlidir. Değilse, değildir.